10 NO’LU İŞKOLUNDA BAĞIMSIZ, BİRLEŞİK MÜCADELE SENDİKASI GİRİŞİMİ – 1+1 Forum

0
55

Sendikamızın kuruluşu öncesi 1+1 Forum’dan Bekir Avcı’nın kurucu üyelerimizle yaptığı röportaj.

Hak, hakikat, mantık

10 nolu işkolunda bir sendika kurma hazırlığındasınız. Bu işkolunda hangi meslek grupları var?

Emel Karadeniz: (Umut-Sen sözcüsü, 10 no’lu işkolu çalışanı) 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nda yapılan düzenlemeye göre, 10 numaralı işkolu ticaret, büro, eğitim ve güzel sanatlar işkoludur. Bu işkolunda market ve mağazalar ile bürolarda çalışanlar, meslek odaları, birlik ve derneklerde çalışanlar, avukatlar, sinema emekçileri, bilişim sektöründe çalışanlar yer alıyor. Dört milyona yakın çalışanın olduğu en büyük işkolu. Ancak, aynı zamanda işlerin nitelik farklılıkları nedeniyle parçalı, dağınık ve örgütsüz bir yapıya sahip. Bu işkolunda faaliyet yürüten çok sayıda sendika mevcut. Fakat hiçbiri tüm işçileri kapsayarak sorunlarına çözüm üretecek durumda değil. Bu nedenle de sorunlar çığ gibi büyümüş durumda. Güvencesiz, esnek çalışma çok yaygın. Ücretler çok düşük. Profiller birbirinden çok farklı olduğu için işçiler arasında birlik ve dayanışma da çok düşük düzeyde.

Neden dün değil de bugün böyle bir sendika?

Karadeniz: Aslında 10 numaralı işkolunda bağımsız bir sendika kurma fikri ve tartışması eskiye dayanıyor. Biz bu tartışmayı daha önce çeşitli zamanlarda çeşitli çevrelerin de katılımıyla yaptık. O dönem olgunlaştırılamadığı için bugüne kadar ötelendi. Bugünkü aciliyetin sebebi pandemi koşullarında en çok işten çıkarılan, çalışma şartlarında olumsuz anlamda değişiklik olan işkollarının başında gelmesi. Sorunlarımız bugün daha yakıcı halde ve daha çok örgütlenme ihtiyacı duyuluyor. Önceki tartışma ve mevcut deneyimlerden edindiğimiz bilgi ve birikimle, bu aciliyeti de göz önüne alarak tartışmayı yeniden gündeme getirmiş olduk.

Pandemide ne gibi sorunlar katmerlendi, biraz daha açar mısınız?

Karadeniz: Patronlar korona şartlarını da fırsata çevirmeyi bildi: Kısa çalışma ödeneğine başvurarak çalışanların ücret hakları tırpanlandı, sözde işten çıkarma yasağı olmasına rağmen yüzbinlerce işçi işten çıkarıldı. Çalışma şartları ağırlaştı, market ve mağaza çalışanlarında bu şartlar iki misli ağırlaştı. Mevcut personel sayısı değişmedi, ama işçilerden evlere paket servisi bile yapmaları beklendi. Eğitimin online düzene geçmesiyle özel okullarda öğretmenler işten çıkarıldı. Vakıf üniversitelerinde çalışan akademisyenlerin haklarıyla ilgili yakın zamanda yasal bir düzenleme yapıldı, ama üniversiteler artık birer ticarethaneye dönüştürüldüğü için kılıfına uydurularak bu da büyük oranda uygulanmıyor. Kadıköy’de yaptığımız toplantıda da bu işkolunda çalışan çok farklı kesimlerden işçi grupları –market ve mağaza çalışanı, akademisyen, öğretmen, anketör, sivil toplum çalışanı, avukat, kamyoncu– ile yan yana gelerek kendi çalışma alanımızdaki bu ve benzeri sorunlar ile örgütlenme olanaklarını konuştuk.

Özkan: (market işçisi) Carrefour’da çalışıyorum. Orada dört çeşit mağaza tipi var: En büyük mağaza tipi olan hiper mağazalar, uluslararası ürünleri tanıtan gurme mağazaları, onun bir alt tabakası olan süper mağazalar ve mahalle aralarına kadar inen mini mağazalar. Ben süper mağazalardan birinde çalışıyorum. Özellikle mini ve süper mağazalarda hiçbir görev tanımı olmadan çalışılıyor. Oysa toplu iş sözleşmesi olan, her çalışanın hangi bölümden sorumlu olduğu ve nasıl çalışması gerektiği, kuralları kâğıt üzerinde belli bir firma, ancak pratikte tam bir belirsizlik var. Hatta bundan yaklaşık bir yıl önce, bir arkadaşımız görev alanı olmayan kasap bölümünde kıyma çekerken sağ elini bileğine kadar kaybetti. Koşullar böyle. Dokuz saat boyunca onların yayınladığı müziğe mahkûmuz. “Müşteri her zaman haklı” mantığıyla hareket ediliyor. Müşteri sesini yükseltip hakaret edebiliyor, istediği gibi davranabiliyor, sizinse hiçbir insani onur ve değeriniz yokmuş gibi susmanız isteniyor. Eğer bir şey söylerseniz, müşteri memnuniyeti sağlanmadığı gerekçesiyle suçlu oluyorsunuz. Bunun dışında yöneticiler patron vekili olarak hareket ederken bireysel egolarını da işin içine katıyor. Dediğim dedikler, molalardan kesebiliyor, fazla çalıştırabiliyor, mağazadan mağazaya işçiyi sürebiliyorlar.

Pandemide ise büyük bir ajite durumu oluştu. Carrefour yönetimi “çok kötü durumdayız ülke olarak, bizim alanımız ayakta kalmak zorunda, herkes evine besin götürmek zorunda, bu noktada büyük rol oynuyoruz” dedi. Bunun propagandası yapıldı, ama süreç çok kötü ilerledi. En fazla iki- üç saat kullanılması gereken bir maskeyi bir günün tamamında takmak zorunda kaldık. Koskoca bir firma maske vermekten, eldiven temin etmekten imtina etti. Bir ateş ölçeri dahi çok sonraları, büyük talepler sonucu getirttirebildik. Arkadaşlarımız virüsü kaptığında, “evine git, 14 gün bekle, sonra gel çalış” dendi. Hadi bunu da geçtik, bir arkadaşımız kendinden şüpheleniyor, “virüse yakalanmış olabilirim” diyor. Normalde şirketin o kişiyi alıp götürmesi lâzım, sendikanın o kişiye sahip çıkması lâzım, test ücretlerini karşılaması lâzım, ama bunu yapmadıkları gibi testin sonucunu da beklemediler. “Testini yap, işine devam et” dendi. Yöneticiler özel sağlık sigortasından 10-15 liraya test yaptırabilirken, çalışanlara, en çok emek sarf edenlere, sermayeye en çok değer katanlara sahip çıkılmadı. Sendikanın bu kadar sessiz kaldığı bir süreci hiç görmedik. Bu büyük bir tepkiye dönüştü. Molalarımızda tartışarak bu duruma bir tepki oluşturabildik. Sendika yöneticilerini arattırdık. “Bu noktada bir çözümünüz yok mu” diye sorduk. Bunun gazını alabilmek için ikili oynadılar. İşçiler kendi bulundukları marketlerden alışveriş yapabiliyor. Onların alışverişi yapabilecekleri kartlarına 300 liralık bir yükleme yapıldı. İşveren bunu yaptıktan sonra, sanki sendika kendisi yapmış gibi, “biz görüştük, size çekler yatırıldı” dedi. Bu kadar mı aciz duruma düştünüz işçiyi savunurken? Bunun kadar acı bir durum olamaz. Bu durum ister istemez hem sendika hem işverene karşı büyük bir tepkiye dönüştü.

Hikmet Özcanan: (anketör)13 yıldır araştırma sektöründeyim, anketörüm. Bizim sektörde en temel sıkıntı güvencesizlik. Sokakta veya hane ziyaretlerinde bir güvenlik önlemi yok. Çalışma saati belli değil, yemek saati belli değil. Anket başı ücret alıyoruz, birim fiyatlarını zaten ana firmalar çok devasa bütçelerle saha firmalarına veriyor, onlar da bunun üçte biri bile olmayan rakamları anketöre dayatıyor. Sürekli sokaklarda olduğumuz için pandemide dört-beş ay iş bulamadık. Kimse bize sahip çıkmadı. Maddi ya da manevi destek görmedik. Pandemi kısıtlamaları kaldırıldığında, işlerin açılacağını, çalışıp geçimimizi sağlayacağımızı düşündük, ama tam tersi oldu. Kısıtlamaların devrede olduğu dört-beş ay zaten çalışamadım, sonra sadece bir proje geldi, o da 20-25 gün sürdü. Onun dışında iş yok. Borç harçla geçiniyorum.

Cemal: (kamyon şoförü) Bir kimya şirketinin lojistik bölümünde çalışıyorum. Üç şoförün işini yapıp, tek şoförün maaşını alıyorum. Şirkete sabah 8’de giriyorum, akşam iş ne zaman biterse o zaman çıkıyorum. Öğlen yemeğini geçtim, namaz kılmaya, ibadetimi yapmaya dahi vakit bulamıyorum. Her akşam eve gittiğimde bir saat kaza namazı kılıyorum. Bu şartlarda çalışıyorum. Hayat standardımız belli. Evli, iki çocuk babasıyım. Bir apartmanın giriş katında kirada yaşıyorum. Kira, annemin kanser tedavisi için şirketten çekmek zorunda kaldığım kredi kesintisi, çocukların okul masrafı derken, elimde bir şey kalmıyor. Hafta sonları pazara çıkıyorum, taksiye çıkıyorum, farklı işler yapıyorum.

Yeni kurulacak sendikayı tartışmak için bir araya geldiniz. Sizleri bu toplantıya getiren şey nedir?

Cemal: Daha iyi şartlarda yaşayabileceğime, bazı şeylere “dur” diyebileceğime ikna oldum. Yıllar önce Türk-İş’e bağlı bir sendikada kötü bir deneyim yaşamıştım.

Özkan: Ben gözlem için geldim, bu sendika bana ne katar diye görmeye geldim. Her işçi kendi koşullarını değiştirmek için hareket etmeli. Çünkü bir haksızlık var, normal olmayan şartlar var. Bizim haklarımızı savunması gerekenlerin altlarında sendikal araba var, yakıtları ücretsiz, yemek fişleri ceplerinde, maaşları çok yüksek. İşlevlerine bakıyorsunuz, işçilerin sırtından, onlardan aldıkları aidatlarla geçiniyorlar. Bize etkileri ne? Sıfır. Hiçbir anlamları yok.

Buradan bir fikir edinmeye geldim, bir çözüm olabilir mi, olamaz mı, bunu anlamak için geldim. Bir noktada etkili oldu. Böylesi sınıf temelli bir arayış, oluşum önemli. Tabii bunun sınıfa da kabul ettirilebilmesi çok önemli. Çünkü işçi kendi gündeminden, işçi olduğunun bilincinden uzak, izlediği diziyi, maçları, alamayacağı arabaları tartışıyor. Bilinçli işçilerin onları değiştirme, dönüştürme ve sınıf gerçekliğiyle yüz yüze getirme gibi bir sorumluluğu var. Bu yeni sendika sınıf tarafından benimsenirse, sınıf temelli bir sendika olursa çok büyük bir etkiye sahip olacaktır.

Karadeniz: Yaklaşık beş yıldır, bu işkolunda faaliyet yürüten bir sivil toplum kuruluşunda çalışıyorum. Tüm sivil toplum kuruluşlarında olduğu gibi, benim çalıştığım kuruluşta da sözleşmeler proje bazlı imzalanıyor. Bu projeler genellikle bir yıllık olsa da proje bitiminde işe devam edip etmeyeceğimiz belirsiz. Ücretlerimiz giderek düşüyor, sosyal hiçbir hakkımız yok ve örgütsüzüz. Bu alanda örgütlenme yapmak istediğimizdeyse ne DİSK’e bağlı Sosyal-İş ne Türk-İş’e bağlı Türkiye Ticaret, Kooperatif, Eğitim, Büro ve Güzel Sanatlar İşçileri Sendikası (Tez-Koop-İş) ne de diğer sendikalar buna yanaşıyor. Bu işçi profiliyle sendikal örgütlenme yapmanın zorlukları olduğunu bildiklerinden ya da uğraşmak istemediklerinden imtina ediyorlar. Sivil toplum çalışanlarının daha güvenceli çalışması, mobbingin, tacizin ve iş-performans baskısının olmadığı, insanca muamele gördüğü bir çalışma düzeni için haklarımızı sonuna kadar savunacak bir sendikaya ihtiyaç var. Bu nedenle hem bir emekçi olarak hem de işçi sınıfı mücadelesine katkı sunmaya çalışan bir kadın olarak bu işkolunun örgütsüz yapısından kurtulup daha örgütlü ve güvenceli olması için birleşik mücadeleyi kurmamız gerektiğini düşünüyorum.

Çalışanlar arasında böyle bir sendikal arayış yaygın mı?

Karadeniz: Evet, yaygın. Özellikle market ve mağaza çalışanları bu yönde arayış içindeler ve irade gösteriyorlar. Zaten sendikanın kuruluşunda da büyük oranda onların katılımı söz konusu olacak. Bu işkolundaki çalışanların mevcut sendikaların hiçbirinden ne umutları ne de beklentileri var artık. Yaşadıkları sorunların bu denli katmerlenmesinde bu sendikaların payı olduğunu düşünüyor çoğu. Bu nedenle hem emek sömürücü patronlara hem de işçileri satan sarı-bürokratik sendikalara karşılar. İşçi sınıfı mücadelesini odağına alan, bağımsız, militan mücadele çizgisini benimseyen, meşru yollarla haklarını arayan bir sendikaya ihtiyaç olduğunu ifade ediyorlar. Ben de böyle düşünüyorum. Bu ihtiyaca binaen bir örgütlenme içerisine girdik zaten.

Özkan: Sorgulayan işçi tarafından bir talep var. Ama genel işçi yığınları arasında böyle bir gaye var mı, kendi çalıştığım alandaki gözlemime dayanarak, çok da büyük bir talep olmadığını söyleyebilirim.

Peki, bu nasıl geniş bir talebe dönüştürülebilir?

Özkan: İşçiler o kadar büyük bir güvensizliğe uğratılmışlar ki sendikalar tarafından, sırf sendika ismi geçtiğinde bile geri adım atar hale gelmişler. İşçi ilk önce görmek ister sendikanın etkisini, gücünü, niteliğini ve sonra katılmak ister. Pratiği büyüdüğünde, niteliği anlaşıldığında ve propagandası iyi yapıldığında bu sendikanın işçiler tarafından benimseneceğini düşünüyorum.

Mevcut sendikalardan neden bıkkınlık var?

Karadeniz: Bu neredeyse tüm işkolları açısından geçerli ve kronikleşmiş bir mesele. Sendikalar işçinin sorunlarını görmüyor, görse de çözüm üretmiyor. İşçiyle en ufak bir temas, ilişki dahi kurmuyorlar. Bahsettiğimiz sendikalar koca koca bütçeleri olan, yeterli uzman kadroları bulunan, aklımıza gelmeyecek türlü imkânlara sahip, ama bir o kadar da hantallaşmış, çürümüş, yozlaşmış kuruluşlar. Bu nedenle işçiler açısından bugün bir şey ifade etmiyorlar, hatta işçiler çok tiksinç buluyor onları. Sendika yöneticilerinin doğrudan patronla iş tuttuğu ya da bürokrasiyle hareket ettiği, işçilerin bilmediği bir şey değil. İşçileri hakir görenler, onları bir şeyden anlamayan ve kandırılması kolay kimseler olarak düşünüyorlar. Oysa işçiler her şeyin çok açık farkında ve bilincinde. Kendi güçlerinin farkına varıp bir araya gelirlerse eğer, bu illet yapılardan kurtulacağı günler uzak değil.

Özkan: Yöneticilerin kullandığı argüman “sendika ne ki, onu da biz kontrol ederiz” oluyor. Haklılar. Sendikanın bir işlevi olsaydı, bunu dedirtmezdi. Bahsettiğim sendika Tez-Koop-İş. Sendikalı olmak ciddi bir öneme sahip. İşlevini yerine getirdiğinde büyük bir güç aslında. Örgütlenme, bilinçlenme açısından, işçiyi, çalışanı, işçi sınıfını daha üst bir seviyeye taşıma bakımından büyük ve etkin bir araç. Ama şu anki bütün sendikalar düzene entegre olmuş durumda, patronla işbirliği içinde. Toplu İş Sözleşmesi (TİS) yaklaşıyor mesela, ama işçilerden fikir alınmıyor. Çünkü TİS çoktan yapıldı bile. Görüşmeler kapandı. İşçilerin bazıları bunun farkında, ama büyük kısmı değil. Çünkü sendika işçiye haklarını sahiplendirecek, onu bilinçlendirecek bir eğitim vermiyor. Öyle bir gayesi de yok zaten.

Cemal: Mevcut sendikalar hiçbir şey yapmıyor. Tümtis’in yöneticilerinin aldıkları maaşlara bakın, hakikati anlarsınız. Burada dayanışma var. Bu girişimin içinde bulunmak bu nedenle benim için bir şeref. Bana mantıklı gelmese buraya kimse getiremezdi beni zaten. Belediyede psikolog olarak görev yapan kişi de bugün benimle aynı toplantıdaydı. Benim olduğum yerden bakınca, o kişi en zirvede, bense kendimi en dipte görüyorum. Yani bana göre, en zirvedeki de en dipteki de gidişattan şikâyetçi. Böyle bir sendika bir başlangıç bence. Burada ben hayatıma yeni bir çizgi çekeceğim, inşallah güzel olacak.

Kurmayı hedeflediğiniz sendika diğerlerinden hangi noktalarda ayrılacak, ne farkınız olacak?

Karadeniz: Spinoza “Hakikat hem kendinin hem de yanlışın ölçütüdür” der. Burada biz hakikatin izinden gitmeye çalışıyoruz. Doğru bulduğumuz yolda yürürken ortaya koyacağımız emek, aynı zamanda bugün eleştirdiğimiz, mahkûm ettiğimiz tarzdaki sendikaların yanlışını da net bir şekilde gösterecek. Hem işçiler hem de işçi sınıfı mücadelesi veren kesimler açısından, hakikati görme, anlama ve içerisinde bulunma arzusunu da güçlendirecek bir şey bu. Ve bu sadece 10 numaralı işkoluyla sınırlı kalmayıp bütün işkollarına sirayet edecek, onların kendi örgütlenme çabalarını da güçlendirecek ve aynı zamanda hem patronlara hem sarı-bürokrat sendikalara karşı işçinin öz gücünü de artıracak bir durum olacak. Salt işkolunda bir başarı elde etmekten ziyade sınıf mücadelesine topyekûn omuz verecek bir tarz olduğu için de önemsiyoruz.

Bu sendikanın bağımsız olması birçok açıdan çok önemli. Hem devletten hem bürokratik ilişkilerden hem de sermayeden bağımsızlıktan bahsediyoruz. Kimseye boyun eğmeyecek, kimsenin emriyle hareket etmeyecek, kendisinden taviz vermeyecek. Yönetiminden üyesine, herkesin çalışan işçi olduğu, sendikacılığı meslek olarak görmeyen bir sendika olması gerekiyor. Aynı zamanda diğer sendikalar gibi üyeleri sadece aidat kaynağı olarak görmeyecek, üyelerinin yaşamsal sorunlarını önemseyecek, sorunların çözümü için harekete geçecek bir sendikal yapı olacak. İşyerlerinde komite-konsey-meclis anlayışıyla örgütlenmesini gerçekleştirip sorunlara kolektif bir akılla çözüm üretecek bir anlayışa sahip olacak. Öte yandan, ırkçı, cinsiyetçi, mezhepçi olmayacak, ekolojiyi gözetecek. Mücadeleyi yürütürken yasal hakların tanımış olduğu sınırlara hapsolmayacak, yani mevcut hakları korumak ve ileriye götürmek için politika üretecek. Bunun için fiili olarak direnecek, kavga edecek, gerektiğinde işyerini işgal edecek. Farklı işkollarındaki mücadeleci, bağımsız işçi sendikalarıyla birlikte hareket edebilecek, sınıfın örgütlülüğü ve gücünü artıracak bir anlayışla kurulacak.

Bu sendikanın mücadele edeceği başlıklardan biri de mavi-beyaz yakalı ayrımından doğan sınıf içi çelişkiler. Sermaye lehine işlevsel olarak kullanılan bu ayrımı tersyüz ederek işçi sınıfının birliği doğrultusunda hareket edeceğiz. Burada kol emeğiyle kafa emeği arasındaki farklılığı çatışma değil, uyum içerisinde görüyoruz. Çünkü her ikisinin de birbirine öğreten, birbirini geliştiren, birbirinin gücünü büyüten yanları var. Ancak, beyaz yakalı denen kesim açısından kurtuluş sadece bireyselmiş gibi görünüyor, genellikle kolektif bir çaba içine girmektense kişisel gelişim ve kariyer planları ön plana çıkıyor. Beyaz yakalıların mavi yakalılardan öğreneceği en önemli şey, kurtuluşu yanındakinin kurtuluşuyla bir görmek olmalı. Rekabet yerine kardeşliği koyarak, dürüstlük üzerine çabalayarak. Bu anlamda bir üstünlük atfetmeden, ama mavi yakalı işçilerin yıkıcı-yaratıcı gücünü de esas alarak, bir sendikal mücadeleye ihtiyaç var. Amacımız da bu.

Nasıl bir takvim var önünüzde?

Karadeniz: Somut adımları kasım ayı içerisinde atmış olacağız. 8 Kasım’da Umut-Sen’in İstanbul koordinasyon merkezinde bir toplantı yapacağız. Muhtemelen 2021’e girmeden bu sendikayı kurmuş olacağız. Kuruluşumuza kadar toplantılarımız hem yüz yüze hem de online olarak devam edecek. Bu süreyi de işçilerle görüşüp, fikir alışverişi yapmakla geçireceğiz. 10 numaralı işkolunda çalışan tüm işçilere çeşitli iletişim yollarıyla ulaşmaya ve daha çok insanı bu sürece dahil etmeye çalışacağız. Bu işkolunda çalışan tüm emekçilerden bağımsız sendikanın kuruluşu ve örgütlenmesi sürecinde katkı bekliyoruz. Kendi sesimiz, gücümüz ve emeğimizle var edeceğimiz sendika için bir adım öne çıkalım. Olmaz olanı hep birlikte oldurabiliriz, yeter ki, inanalım ve bunun için çaba sarf edelim.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz